Okumadıysanız bir önceki yazım “Bisiklete Dair” i okumanızı öneririm, keyifli okumalar!
Banaz
Tarih: 28/06/2019
Mesafe: 69,7 Kilometre
Süre: 3 Saat 42 Dakika
Kazanılan İrtifa: 574 Metre
İlk bisiklet yolculuğumu yolun durumu, ne kadar yokuş olduğu vs. gibi özelliklerini bildiğim için Banaz’a yapmaya karar verdim. Sabah 5.50de uyanıp yumurta-peynirden oluşan kahvaltımı yaptım ve çantamı hazırladım. Uzun bir yol olduğu için önlem olarak alyan seti, pompa, yedek lastik, yama seti almak gerekiyor. Yolda başınıza her şey gelebilir, üzülmek istemezsiniz. Güneş acı verecek kadar yükselmeden mümkün olduğu kadar ilerlemek amacıyla 7de yola çıktım. Bir yandan da kafamda “Bir senedir gerçek anlamda bisiklete binmiyorum ama en kötü ihtimalle otobüsle dönerim yani :D” düşüncesiyle pedalladım. Yol güzeldi ve çok zorlamadı. 9.30 gibi Banazdaydım. Dinlenmek ve yemek yimek için bulduğum gölgeli bi parka çökmeden önce bakkaldan maden suyu almaya karar verdim. Böylece hiç de yaşını göstermeyen oldukça iyi kalpli bulduğum bakkal sahibi abiyle tanıştık. Bisiklete, insanların vurdumduymazlığına ve yaşama dair ayaküstü bi muhabbet çevirdik. Parkta 1 saatten biraz fazla kaldıktan sonra yola çıktım. Banaz ilçe merkezinde gezecek bir yer bulamadım maalesef. Aslında yaklaşık 900 yaşında anıt ağaç statüsündeki Tepedelen Çamı ve Akmonia Antik Kenti gezmeye değerdi ancak ikisi de çok uzak mesafede yer alıyorlardı, bu yüzden geri dönmeye karar verdim. Dönüş yolu da yaklaşık aynı tattaydı. En son çıktığım yokuşta bacaklarımı yaktığımı hissederek eve vardım.
İyi bir başlangıç oldu.
Bu yolculuğun Wikiloc üzerinden yol kaydına buradan, Strava kaydına ise buradan ulaşabilirsiniz.
Sivaslı
Tarih: 01/07/2019
Mesafe: 47,3 Kilometre
Süre: 3 Saat 7 Dakika
Kazanılan İrtifa: 467 Metre
Bu yolculuğun sorunlu olacağı en baştan belliydi. Bi benim aptallığım bi de rüzgarın çirkefliği. Banaz’a giderken yolda lastiğe zarar vermesi muhtemel çok fazla cam kırığı vardı. Ben de içten içe biliyordum ki lastiğim patladı ve döndükten sonra kontrol etmem gerekiyor, ama yapmadım. Yola çıkmadan 5 saat öncesine kadar. Gece yatmadan bisikleti son bi kez gözden geçireyim dedim ve elbette patlak lastik önümdeydi. Bi an önce lastiğe yama yapıp halledeyim diye düşünürken bir şekilde fren sistemini bozdum. Nasıl oldu bilmiyorum. Bu sefer onu halledeyim derken daha önce hiç oynamadığım bi fren ayarıyla oynamam gerekti. Bu durumda yanlış bir teli sıkma ve yokuş aşağı giderken frenlerin tutmaması gibi bi ihtimal var. Son yaptığım ayarı denemek için vaktim yoktu, ben de “Artık şansıma” diye düşünerek zaten az olan uykumdan bir iki saati boşa harcamış şekilde bi an önce uyudum.
6da uyanıp kahvaltıdan sonra 7de yola çıktım. Yolda ters yönde ve güçlü rüzgar vardı ve neredeyse yol boyunca dinmedi. Rüzgarı seviyorum ama itiraf edeyim bu sefer ona çok fazla küfür ettim. Çünkü yolda harcadığım çabanın yaklaşık ¼’ünü de peşi sıra alıp götürüyor ve üşütmesi de cabası. Yol da zorlu sayılırdı, sürekli inişli çıkışlı ve bozuk bir yol. Ama en azından yeşildi.
Sivaslı ilçe merkezi küçük, tarımın bol olduğu köyümsü bir yer. Ben sevdim. İnsanları da samimiydi. İlk olarak Evrenli Doğal Yaşam Parkı’nda yemek ve dinlenme molası verdim. Parktaki görevli abiyle tanışıp ayaküstü sohbet ettik. İnsanların parkı mütemadiyen kirletmesinden ve vurdumduymazlığından dem vurdu. Her gün tüm parkı temizlediğinden. Oysaki çöpleri çöp kutusuna atmak çok da zor değilken. Gelirken yorulduğum için ve geri dönüş yolu da gözümde çok büyüdüğü için dönerken ilçelerarası servisle dönmeye karar verdim. Bu yüzden dinlendikten sonra ilk olarak ilçe terminalinde servis saatlerini(25 dakikada bir servis var ve 8tl) öğrendim oradan da 2 Kilometre mesafedeki Sebaste Antik Kenti’ne yollandım. Antik kentte şu an görülecek çok fazla bir şey yok. Büyük ve küçük kiliseden geriye kalanlar var yalnızca. Ancak Roma imparatoru Augustus’un bu kenti Apollon kehanet merkezine danışarak MÖ 20 yılında kurmuş olması ve Roma Dönemi’ndeki 12 önemli şehirden birisi olup MS 9. Yüzyılda çevre kentlerin piskoposluk merkezi haline gelmesi bence üzerine düşünülecek bir olay. Kilise kalıntıları arasında biraz dolaştıktan sonra servise binip eve geri döndüm.
Bu yolculuğun Wikiloc üzerinden yol kaydına buradan, Strava kaydına ise buradan ulaşabilirsiniz.
Ulubey
Tarih: 03-04/07/2019
Mesafe: 30,31 + 30,47 Kilometre
Süre: 01 Saat 53 Dakika + 1 Saat 50 Dakika
Kazanılan İrtifa: 166 + 367 Metre
Ulubey’e yapacağım yolculukta tek başıma olmayacaktım. Çok önceden Keleşle birlikte Ulubey’e pedallayıp akşam da kanyonda kamp yapacak şekilde bi tur planı vardı kafamızda. Bu plana Çiğdem’in de katılmasıyla birlikte tayfa tamamlanmış oldu. Keleş gece treniyle Uşak’a geldi ve o gece bizde kaldı. Evde sandviçleri hazırlayıp çantaları düzenledikten sonra yattık.
Sabah kahvaltıdan sonra 6da tren garında Çiğdemle buluştuk. O sırada tren istasyonunda görevli Meteyle tanıştık ve ayaküstü bir sohbetle onun da bisiklete bindiğini öğrendik. Son hazırlıklarımızı yaptıktan sonra 6.30da yola çıktık. Yol keyifliydi, fazla yokuş yoktu ve kısa molalarla 9 gibi Ulubey Kanyonu’na vardık. Yakınlardaki Blaundus Antik Kentine de uğramak istemiştik aslında ama mesafe uzak olduğu için vazgeçtik. Kanyon Kafede sandviçlerimizi gömüp dinlendikten sonra cam seyir terasında kanyonu izledik, etrafı dolaştık ve en sonunda çimliğe matlarımızı serip dinlenmeye çekildik. Güneş can yakıcı olduğu için etkisi azalana kadar beklememiz gerekiyordu. Biz de çekirdek çitleyip boş yaptık. Ama sanırım günün en önemli anı Çiğdem’den dinlediğimiz “Abide Kız” hikayesiydi. O sabır taşı hala aklımdan çıkmıyor :D.
Biz ilk başta kanyonun içinde kamp yapmayı düşünmüştük ama konuştuğum kafe çalışanı kanyondan akan derenin kötü koktuğunu ve çok sivrsinek olduğunu(haklıymış reis) söylediği için yakında bulunan kamp alanında gecelemeye karar verdik. Saat 3de kanyonda hiking yapalım diyerek çantaları hazırlayıp yürüyüşe başladık. Yürüyüş gerçekten çok eğlenceliydi. Dut yedik, ağaçlara tırmandık, bol bol goygoy yaptık, çok kral fotoğraflar çekildik, ilk IV- derecelik rotam “AK-47” yi açtım,.. Tabi yarasa dışkılarından dolayı acı bir sonla ölme ihtimalim ve eriyen çikolatam da var ama olsun. Dereyi takip ederek yaklaşık 2 kilometre yürüdükten sonra aynı yoldan geri döndük. Bisikletlerimizi bıraktığımız yerden alıp kamp alanına gittik. Çadırları kurup akşam yemeğini hazırlamaya başladık. Önce tabiki yöresel Uşak tarhanası ardından domates soslu, mısırlı, kaşarlı makarna.. Güzel bi yemeğin ardından seyir terasına oturup çokomel-çay eşliğinde gece göğünü izleyip evrene ve varoluşumuza dair derin sohbetlere girdik. 10 civarı Çiğdem’i annesi arabayla almaya geldi ve biz de yorgunluğun etkisiyle erkenden uyuduk.
Ertesi gün sabah 5.30da kalktık. Kahvaltıyı yine seyir terasında yapmaya karar vermiştik. Yemek malzemelerini taşıdık ve gündoğumunu izleyip “Çav Bella” eşliğinde kahvaltıyı hazırladık. Güzel bi şekilde karnımızı doyurduktan sonra çadırları ve çantaları toparladık ve dönüş yoluna geçtik. Yaklaşık 2 saatlik bir sürüşle evdeydik.
Ulubey en sevdiğim ilçe oldu benim için.
Bu arada Ulubey Kanyonu dünyanın en büyük 2. kanyonu.(Aylar sonra gelen düzeltme: Ulubey, Dünyanın en büyük 2. kanyonu falan değilmiş. Uşak belediyesinin PR çalışmalarının kurbanı olup uzun zaman boyunca yanlış bilgi paylaşmışım. Araştırıp işin gerçeğini öğreneyim dedim ama dünyanın geri kalanının pek bildiği bir yer değil anlaşılan Ulubey Kanyonları. Ama olsun yine de çok güzel, gidip görmenizi tavsiye ederim. Hem dünyanın en büyük 2. kanyonu olsa ne değişecekti ki zaten :D)
Bu yolculuğun Wikiloc üzerinden yol kaydına buradan, Strava kaydına ise buradan ulaşabilirsiniz.